Septisizm

Sınava yetişmek için koşuşturduğum günlerden biriydi. Son sınavımı da başarıyla verirsem mezuniyetim için başka bir engel kalmayacaktı. Havanın bunaltıcı sıcaklığına rağmen yolun sonunda diplomamı görebiliyordum. Ara ara görüntüde dalgalanmalar, titremeler oluyordu ama sıcaktandır diyerek aldırış etmiyordum. Fakülteden içeri girdim, sınava gireceğim sınıfa doğru yürümeye başladım. Asistanların ellerindeki sınav kağıtlarıyla sınıfa girişlerini görebiliyordum. Sadece birkaç büyük adım daha gerekliydi, sonrasında sınıfta olacaktım.

Boş bulduğum bir sıraya oturdum. Sınava zar zor yetiştiğim için içeri girerken kimlerin olduğuna hiç dikkat etmemiştim. Kafamı kaldırıp sınıfı süzdüm. Birkaç sıra önümde Müge’nin oturduğunu gördüm. Müge’ye dair söyleyecek bir şeyim yok. Asistanın “önüne bak!” uyarısı ile irkildim. Bana uzatmış olduğu kağıdı aldım. Sınav testti. Kağıdın altında sürenin 30 dakika olduğu yazılıydı. Gülümsedim. Çünkü sadece sınavın süresi yazıyordu. Öğrencilere başarılar dileyen samimiyetsiz ifadelerden yoktu. “Başarılar :)” yazan sınav kağıtlarından hep nefret etmiştim. Galiba öylelerini sahtekar buluyordum. Belki de başarıyla ilgili düşüncelerim çoğunluktan farklıydı. Bilemiyorum. Üstelik bunun hiçbir önemi yok. Tam bir saçmalık. Bunun üzerine daha fazla düşünmemeliyim. Çünkü sınavın bitmesine 28 dakika kaldı.

Önümdeki soruları hızlıca yanıtlamaya başladım. Test olan sınavlar böyledir, hızlıca yanıtlayabilirsiniz. Sınavdan sonra ise içinizi müthiş bir şüphe kaplar. Kendinizi “acaba kaç soruyu doğru yaptım?” diye düşünmekten alıkoyamazsınız. Üstüne bir de hangi soruya hangi cevabı verdiğinizi unutmanız eklenince, içinize düşen şüphe giderek daha rahatsız edici bir hal almaya başlar. En azından bugüne kadar bana hep böyle olmuştur. Yine aynısı oldu. Soruları ne kadar hızlı yanıtlarsam, içimdeki şüphenin de o kadar hızla büyüdüğünü hissedebiliyordum. Üstelik bunu engellemek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. “Son on dakika. Bitirenler çıkabilir.” Asistanların gereksiz konuşmalarından da nefret ediyordum. Kaç dakika kaldığını söylemek, bana göre gereksizdi. Kimileri daha nazik gözükmek için bunu tahtaya yazarak yapıyordu. Yine de gereksizliği konusunda düşüncem aynı. Tahtanın tam üstünde duran saatten sadece ben değil, bütün sınıf kaç dakikanın kaldığını görebilir vaziyetteydik. Asistanları anlayabilmek mümkün değildi. İçimdeki şüphe giderek büyüdü. Artık sadece cevaplardan şüphe duymuyordum. Sınıftaki saatin bozuk olabileceği ihtimali üzerinde durmaya başladım. Saatin doğru çalıştığından nasıl emin olabilirdik? Belki de asistanların kalan süreyi söylemeleri bundandı. Bir dakika, peki asistanın saatinin doğru çalıştığını nereden biliyoruz ki? Önümde duran sınav kağıdıyla ilgilenmeyi bırakmış, birbiri ardına sıralanan sorulara yanıtlar arıyordum. Her şeyden şüphe duymaya başladım. Verilecek hiçbir yanıt, şüphelerimi gidermek için yeterli değildi.

Geri kalan soruları gelişini güzel yanıtladım. Biran önce kağıdımı teslim edip sınıftan çıkmak istiyordum. Bunca şüphenin arasında nefes almak giderek zorlaşıyordu. Zaten yaşadığımdan nasıl emin olabiliyordum ki? Kağıdı teslim ettim, kapıya doğru yöneldim. Koridora çıktığımda Müge ile karşılaştım. Demek ki benden önce bitirmişti. Elleri ıslaktı. Sınıfın tam da karşısında bulunan kadınlar tuvaletinden çıktığı belliydi. “Nasıl geçti?” diye sordu. Önce duraksadım. Müge’nin ellerinin neden ıslak olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü sorduğu sorunun cevabı için düşünmek istemiyordum. Gözlerimin içine “eee?” dercesine baktı. “Bilmiyorum, iyiydi” diyerek geçiştirdim. Aynı soruyu ona sormamı bekliyor gibiydi. Sanırım doğrusu böyleydi. Sordum. “Senin nasıl geçti?” Gülümsedi: “Rahattı.”

“Sonra görüşürüz” diyerek vedalaştım. Sınavla ilgili konuşmak istemiyordum. Okulun kapısına doğru yürümeye başladım. İçimdeki şüphe peşimi bırakmıyordu. Müge’nin cevabı üzerine düşünüyordum. Rahattı, derken neyi kastediyordu? Acaba sınavı sorduğumu anlamış mıydı? Elleri ıslaktı ve tuvaletten çıkmış gibi görünüyordu. Üstelik bir süre duraksadıktan sonra “nasıl geçti?” diye sormuştum. Muhtelemen sınavdan bahsediyor olmalıydı. Çünkü önce o sormuştu. Sınavdan yeni çıktığım için kesinlikle sınavı kastetmiş olmalı. Aynı soruyu ben yönelttiğimde, böylece ödeşmiş oluyorduk. Evet, -emin değilim ama- böyle olmalıydı. İçimdeki şüpheye bir son vermek adına böyle olduğuna inanmaya başladım. Ne yazık ki hiçbir zaman için Müge’nin neyi kastederek “rahattı” dediğini öğrenemeyecek olmak üzücü. Tabii aynı şüpheye Müge’nin de düşmüş olduğu ihtimalini görmezden geliyorum. Umarım benim gibi “acaba hangisini kastetti?” diye düşünmemiştir. Çünkü Müge’ye ötekisini asla zormazdım.