Yeni Microsoft Word Belgesi

Seni ilk kez okulun bahçesinde görmüştüm. Bir ilkbahar sabahı saçların güneş eşliğinde rüzgârla cilveleşiyordu. Tesadüfe bak ki seni son gördüğüm yer yine okulun bahçesi olmuştu. Şöyle bir hesap etmeye kalkınca hatıralar; “en az beş senesi var” dedi. Sonra mantığım başladı konuşmaya. Hatırladığım kadarıyla “bir kız için değmez” gibilerinden bir şeyler söyledi. Mantığımın ara sıra böyle yersiz çıkışları vardır, sen onun kusuruna bakma. Zaten kendisine gereken cevabı kalbim verdi. Kalbim her zaman son sözü söyler. Bir keresinde başkalarından duymuştum, kalbi son sözü söyleyenler hep kaybedermiş. İşte benim kaybetmelerim de bundanmış. Biraz zor oldu ama öğrenmiş oldum. Sen bu hayatta kaybettiğim en güzel ve en değerli şeydin. Bu arada kaybettiğim dedim, o benim hani felsefeye ilgi duyan yönüm var ya, o konuşmaya başladı. Diyor ki terbiyesiz; “abi sen hiç sahip olmadın ki nasıl kaybedesin.” Aslında doğru söylüyor. Gerçeklerle yüzleşmek gerek.

Senden sonra ne kadar güzel şarkı varsa hepsini dinledim. Herkes ne ara sana âşık olmuş anlamak mümkün değildi. Dinlediğim her şarkıda biraz daha kıskandım seni. Mesela Cem Karaca’yı nereden tanıyorsun hiç anlamadım.  Sana neden şarkı yazıyor ki? Nereden geliyor bu samimiyet?  Haberin var mı bilmiyorum ama Yaşar, Fikret Kızılok, Kıraç falan hep şarkı yazmışlar sana. Hepsini anlamak mümkün ama Nazan Öncel? Nazan ile aranızda sana şarkılar yazmasına sebep olacak kadar ne yaşanmış olabilir? Sus anlatma, bilmek istemiyorum. Ayrıca merak etme aramızda ;) Şimdilik şarkıları bir kenara bırakalım. Esas konuya gelmek istiyorum. Kolay değil, yıllar sonra birbirimizi tekrar görüyorduk. Bu çok büyülüğü bir an olmalıydı. Seninle aynı filmlerdeki gibi merhabalar şehrinin hoşça kallar semtinde karşılaşmıştık. Ben hiç değişmemişsin kaldırımında duruyordum. Sen ise ne diyeceğimi bilemedim kaldırımında. Birden ayakların kendine iyi baklara yaklaşır gibi oldu, içim ürperdi. Dakikalarca birbirimize baktık.  Yalnız ben bir ara senin arkana bakar gibi oldum. Böyle heyecanlı anlarda bazen dikkatim dağılıveriyor. Gözlerim başka yerlere kayabiliyor. Sen benim kusuruma bakma. Çok önemli değildi gerçi, bizim gibi başka bir çift duruyordu tam arkanda. Sonuçta merhabalar şehrinin hoşça kallar semtindeydik. Ayaküstü yapılan konuşmaları ile meşhurdu buralar. Sen bir ara sana bakıyormuş gibi yaparken arkana baktığımı anladın ama anlamamış gibi yaptın. O an çok komikti. Kendini görmeliydin. Resmen için içini yiyordu. Gözlerinden görebiliyordum. Arkana dönüp bakmamak, “nereye bakıyorsun öyle?” dememek için zor tutuyordun kendini. Birden rüzgâr esmeye başladı. Önce hafiften titremeli oldu saçların. Sonra daha fazla karşı gelemediler rüzgârın davetine, başladılar uçuşmaya. Seni gördüğüm okul bahçesindeki gibi cilveleşiyorlardı yine. Sense saçlarının az evvel rüzgâr karşısındaki teslimiyetine şahit olmana rağmen bana karşı direnmeye devam ediyor, hala arkana dönüp bakmıyordun. Bu halin çok hoşuma gitmişti aslında. Sonra birden bire kelimeler döküldü ağzımdan, “bir arkadaşı gördüm gibi geldi” deyiverdim. Sen zafer kazanmanın mutluluğu ile anlamamış yüz mimikleri yapmaya başladın. Tam bir şey söyleyecek oldun, saçların geldi dudaklarının üstüne. Sustun. Bir müddet saçlarının kendiliğinden uçarak gitmesini bekledin. Baktın ki gitmek gibi bir düşünceleri yok, o küçük ellerin ile kenara çektin altın sarısı saçlarını. Ben bütün kaybetmelerime rağmen mest oldum. Keyiflendim. Kalbim daha hızlı atmaya başladı. Bir yerlerde otursak ya kaldırımına doğru bir adım atmak üzereydim ki seni artık gitmem gerekiyor kaldırımını arıyor gibi görünce hüzünlendim. Oysa tek eksiğim biraz cesaretti. Belki bana biraz daha zaman tanısaydın benim evimde hemen şurada kaldırımını bile bulabilirdim. Aslında seni hiç suçlamıyorum. Bütün suç bendeydi. Telefonum adeta tüm zamanların en yüksek sesini çıkarmaya yemin etmiş gibi çalıyordu. Neden kurduğumu hatırlayamadığım alarmı kapatmaya çalışıyordum.

Bütün uğraşlarıma rağmen rüyanın sonunu göremeden uyanmıştım. Sana hoşça kallar semtinde hoşça kal diyemediğim için özür dilerim. Okulun bahçesi artık seni son gördüğüm yer değildi. En çok buna sevindim. Her şey bir rüyaydı ama Nazan’ın şarkısı gerçekti. “Gitme, gitme kal bu şehirde” demek istiyorum sana. Seninle aynı şehirde olduğumu bilmek bile yetiyor bana. Bir gün rastlaşacağımızı bildiğim hoşça kallar semtinde bekliyor olacağım seni. Öteki ihtimali düşünmek istemiyorum çünkü şarkıda felaket oluyordu.